Yeniden merhabalar.
Daha önceki yazılarımda kapitalizmin aslında iyi bir şey olduğundan bahsetmiştim.
http://lontabiyegore.blogspot.com/2020/02/fazla-sayda-insan-tarafndan-aksiyom.html
Şimdi sizlere kapitalizmin yerçekimi kadar, yaşamak için oksijene ihtiyaç duymamız kadar doğal olduğunu anlatacağım.
Anlamamakta ısrar edeceklerinden emin olsam da, belki doğa kanunlarına aykırı ideolojileri, politik ajandaları savunmaya devam edenler anlayıp farkına varır diye.
Bir süre önce dünyanın düz olduğunu ispat etmeye çalışırken kendini roketle fırlatıp yere çakılarak ölen düz dünyacıyı hatırlarsınız.
İşte bu son zamanlarda Coronavirus vakalarının pandemi kabul edilmesi ile birlikte koronavirüsü "kapitalizmin sonu" diye yorumlayan sol görüşlü kişilerin durumu roketle kendini fırlatan düz dünyacıdan pek farklı değil.
Kapitalizm doğal seleksiyonun bize sağladığı gelişim aracımızdır.
"Eşitlik" adı altında "emek" adı altında bizleri üretimin durduğu bir yeryüzü cehennemine hapsetmek isteyenler için doğa kanunlarına göre tek bir son vardır: Doğal seleksiyonun ince eleği tarafından elenmek!
"Kar hırsı kötüdür" derler. Doğada av - avcı ilişkisinde av olan türlerin hayatı hızlı koşmaya bağlıdır.
Kertenkelenin sinek avlamak için saatlerce aynı şekilde durabilmesi avantajdır.
Doğa kanunlarını biz yazmıyoruz. Kar hırsı medeniyetimizi geliştirdi, bugüne getirdi. Kar hırsına karşı olanlar koşmayan av ya da avlanmayan avcı gibi tür içi rekabette elenir. Robot çağı bir kuşak sonra tüm insani duyguların kontrol panelini elimize sunacakken, şimdi duramayız!
Analizlerinin tümü hatalı bir siyasi grup istedi diye duramayız!
Bu dostça bir uyarıdır. Sonunuz doğal seleksiyon tarafından düz dünyacılara benzetilmeden farkına varmanızı gerçekten isterim.
Dünya birçok salgın hastalık, despot yönetim, savaş, kıtlık atlattı.
Kapitalizm sayesinde birçok hastalığa aşı bulundu, savaşlar dünya tarihinde hiç olmadığı kadar azaldı.
Müthiş günler bizi bekliyor!
Kovun korku bulutlarınızı ve doğal seleksiyonun doğru tarafında yer almaya bakın.
Doğa yasası kesindir. Demokratik değildir. Başka yolu yok. Kapitalizmin çökmesi mümkün değildir.
Kapitalizmi sevmemenizin yerçekimini sevmemekten farkı yoktur.
Not: Bunları söyleyen kişi olarak doğal dürtüler olan aşka ve cinselliğe radikal biçimde karşı olmam bir miktar ironi içeriyor, farkındayım. Belki bir gün bu çelişki gibi görünen durumu daha detaylı açıklarım.
Şimdilik bu kadar.
Lontabi'nin Fikirleri ve Bakış Açıları
İnternette Lontabi olarak bilinen kullanıcının şahsi fikirlerini içermektedir.
12 Mart 2020 Perşembe
10 Mart 2020 Salı
Aynı kişi kimin aynı kişisi metodu ve uygulanmasının önündeki engeller
Efendim herkesin bir aynı kişisi vardır. Gündelik konuşmada insanlar genellikle aynı kişilerini "ben" zamiri ile ifade ederler. Ama "aynı kişisi" diye kelimelendirmemizin de sebebi var.
Sizlere kendi geliştirdiğim "aynı kişi kimin aynı kişisi metodunu" anlatmak istiyorum.
Adına toplum denen soyut kavram yüzünden insanların bireylik hakları sürekli "gelenek" gibi "görenek" gibi soyut ve özünde anlamsız kavramlara kurban edilmekte.
Aslında sadece bir aynı kişiniz var.
Başkasının aynı kişisi neden sizin aynı kişinizin ne yapacağına karışabilsin ki?
Mesela aynı kişi kimin aynı kişisi metoduna göre adam "ben karıma mini etek giydirmem!" diyemez.
Adam karısının aynı kişisi değil karışamaz.
Ama "ben kendime mini etek giydirmem!" diyebilir. Adamın kendisi aynı kişisi giydirmez.
Yani bu bir "herkes kendi aynı kişisine kadar karışsın" metodudur.
Genetik evrimleşme süreci içerisinde insanlar avcı toplayıcı dönemlerde güvenlik için sosyal olacak şekilde evrimleştiklerinden dolayı, arkadaş hatırı adı altında bile aynı kişi olum sınırı ihlali yapılabilmektedir.
Herkes kendisinin aynı kişisi olsun; bütüncül, diğerlerine karışan kurallar kalksın. Ama uygulanması söylemekten daha zor.
Varan 1: İletişim ihtiyacı
Diğer insanlarla sosyalleşmeye ihtiyaç duymamız aynı kişi olum sınırlarımızı direkt dışa açık hale getiriyor.
Bu yüzden aynı kişi kimin aynı kişisi metodunu en radikal biçimiyle uygulayamıyoruz.
Bu metoda göre mesela kişi kendi aynı kişisine dövme yaptırtabilir, başörtüsü taktırtabilir, alkol kullandırtabilir, maç izlettirebilir, dizi izlettirebilir vesaire...
Çünkü aynı kişisi.
Başkasının aynı kişisine ise zorla bir şeyleri yapamaz veya yapmak istediklerini yapmalarına engel olamayız. Olursak etik olmaz.
İletişim ihtiyacı devreye girince iletişimi başkasının aynı kişisiyle kuracağımızdan, aynı kişimizi iletişim kurduğumuz kişinin aynı kişisine iletişim kurmak bağlamında bağımlı hale getiriyoruz.
Şimdi ilk etapta aynı kişimize özgürce bir şeyler yaptırmak istedik. Mesela aynı kişimize film izletiyoruz. Burada problem yok.
Başkasının aynı kişisinin izlemek istediği filmi izlemesini "sansür" adı altında engellersek aynı kişi olum ihlali olur.
Bunu yapamayız. Bu da tamam.
Gelelim işin acayip kısmına:
Aynı kişimize tavla oynattırmak istedik.
Şimdi otomatikman "aynı kişimiz değil mi istersek tavla oynattırırız" dememiz lazım ama bir problem var.
Tavlayı BAŞKASININ AYNI KİŞİSİYLE oynamamız lazım.
Bu spesifik bir örnek, ancak tüm "çoklu aynı kişi olum gerektiren faaliyetler" için geçerli.
Yani kendi öz aynı kişimize yaptırırız ancak başkasının aynı kişisi özel izin verirse.
Yani "yapılması başkasının aynı kişisinin özel iznine bağlı faaliyetler."
Burada "aynı kişim değil mi istersem bilmem ne bilmem ne yaptırırım aynı kişime" diyip işin içinden çıkamıyoruz.
İnsanlar hala daha gelenek adı altında saçma kurallara herkesin itaat etmek zorunda olduğunu sandıklarından, yani tabiri caizse "kaç aynı kişileri olduğunu bilmediklerinden" dolayı, (Herkesi belli bir yaşam biçimine uymak zorunda zannetmek, yani herkese karışabileceğini zannetmek, sadece aynı kişimize karışma hakkımız olduğundan dolayı da kaç aynı kişisi olduğunu bilmemek.) bu anlattıklarımı birçok kişi algılamakta zorlanacak.
Ancak aynı kişi kimin aynı kişisi metodunun uygulanmasının önünde daha ciddi bir engel var.
Varan 2: Yaygın kanının aksine tüm kötülüklerin sebebi olan cinsel şehvet ve yan mamulleri
Şimdi ilk etapta iletişim ihtiyacı dolayısıyla başkalarının aynı kişilerinin "konuşmama hakkını" ihlal etmekte olduğumuzdan ve "çoklu aynı kişi olum içeren, yapılması özel izne tabi faaliyetlerden" bahsettik.
Ancak özel izne tabi faaliyet olmanın yanı sıra, üreme olayından dolayı daha da başkasının aynı kişisini dünyaya katan, ve bu daha da başkasının aynı kişisi önce bebek, sonra çocuk olduğundan dolayı, belli yaşa gelene kadar aynı kişi olumunun kanun önünde tam da tam aynı kişi olum sayılmadığı bireyler meydana getiren faaliyete değinmezsek, yazımız eksik kalır.
İlk etapta zaten bahsettiğimiz faaliyet özel izne tabi. Bunda bir şey yok.
Üreme ve partnerli cinsellik uygulamaları özel izne tabi olmakla beraber, mastürbasyon faaliyeti bireylerin "mastürbasyon yapılırken düşünülmeme hakkını" ihlal etmektedir. (Konuşulmama hakkı gibi, iletişim ihtiyacından muaf olma hakkı gibi yine pratik olarak uygulanabilir olmayan bir hak!)
Dahası da çocuk hakları konusu özelinde ortaya çıkıyor.
En başta bebeğiz, doğuyoruz, aynı kişimizi seçemeden doğuyoruz.
Bozulan tost makinesini değiştirebilirken kendi öz aynı kişimizi değiştiremiyoruz.
Buna "aynı kişi olumda tekelleşme problemi" diyorum.
Çünkü aynı kişisi doğduğumuz kimse, aynı kişi olumumuzda tekelleşmiş oluyor. Ondan başkasının aynı kişisi olamıyoruz.
Çocukken de ebeveynlere ihtiyaç duymak insanın yalnız kendisiyle aynı kişi olabilmesinin önündeki en büyük engel.
Çözüm olarak yapay zeka teknolojisinin gelişip beynimizin katbekat gelişkin hale getirileceği günleri beklememiz lazım.
Çünkü bilgiyi dünyaya gelir gelmez beynimize yüklemekle, çocukluk dönemini yaşamadan atlayıp kimseye muhtaç olmadan yetişkin olacağız. Böylece kişinin sadece kendisiyle aynı kişi olabilmesi lüks olmaktan çıkacak.
Dünyaya gelmemize sebep olan eylemin hem çoklu aynı kişi olum içerdiğinden dolayı özel izne tabi olması, hem de buna sebep olan dürtü yüzünden dünyada her gün birçok insanın "cinsel açıdan arzulanmama hakkının" ihlal ediliyor olması düşündürücü.
Sizlere kendi geliştirdiğim "aynı kişi kimin aynı kişisi metodunu" anlatmak istiyorum.
Adına toplum denen soyut kavram yüzünden insanların bireylik hakları sürekli "gelenek" gibi "görenek" gibi soyut ve özünde anlamsız kavramlara kurban edilmekte.
Aslında sadece bir aynı kişiniz var.
Başkasının aynı kişisi neden sizin aynı kişinizin ne yapacağına karışabilsin ki?
Mesela aynı kişi kimin aynı kişisi metoduna göre adam "ben karıma mini etek giydirmem!" diyemez.
Adam karısının aynı kişisi değil karışamaz.
Ama "ben kendime mini etek giydirmem!" diyebilir. Adamın kendisi aynı kişisi giydirmez.
Yani bu bir "herkes kendi aynı kişisine kadar karışsın" metodudur.
Genetik evrimleşme süreci içerisinde insanlar avcı toplayıcı dönemlerde güvenlik için sosyal olacak şekilde evrimleştiklerinden dolayı, arkadaş hatırı adı altında bile aynı kişi olum sınırı ihlali yapılabilmektedir.
Herkes kendisinin aynı kişisi olsun; bütüncül, diğerlerine karışan kurallar kalksın. Ama uygulanması söylemekten daha zor.
Varan 1: İletişim ihtiyacı
Diğer insanlarla sosyalleşmeye ihtiyaç duymamız aynı kişi olum sınırlarımızı direkt dışa açık hale getiriyor.
Bu yüzden aynı kişi kimin aynı kişisi metodunu en radikal biçimiyle uygulayamıyoruz.
Bu metoda göre mesela kişi kendi aynı kişisine dövme yaptırtabilir, başörtüsü taktırtabilir, alkol kullandırtabilir, maç izlettirebilir, dizi izlettirebilir vesaire...
Çünkü aynı kişisi.
Başkasının aynı kişisine ise zorla bir şeyleri yapamaz veya yapmak istediklerini yapmalarına engel olamayız. Olursak etik olmaz.
İletişim ihtiyacı devreye girince iletişimi başkasının aynı kişisiyle kuracağımızdan, aynı kişimizi iletişim kurduğumuz kişinin aynı kişisine iletişim kurmak bağlamında bağımlı hale getiriyoruz.
Şimdi ilk etapta aynı kişimize özgürce bir şeyler yaptırmak istedik. Mesela aynı kişimize film izletiyoruz. Burada problem yok.
Başkasının aynı kişisinin izlemek istediği filmi izlemesini "sansür" adı altında engellersek aynı kişi olum ihlali olur.
Bunu yapamayız. Bu da tamam.
Gelelim işin acayip kısmına:
Aynı kişimize tavla oynattırmak istedik.
Şimdi otomatikman "aynı kişimiz değil mi istersek tavla oynattırırız" dememiz lazım ama bir problem var.
Tavlayı BAŞKASININ AYNI KİŞİSİYLE oynamamız lazım.
Bu spesifik bir örnek, ancak tüm "çoklu aynı kişi olum gerektiren faaliyetler" için geçerli.
Yani kendi öz aynı kişimize yaptırırız ancak başkasının aynı kişisi özel izin verirse.
Yani "yapılması başkasının aynı kişisinin özel iznine bağlı faaliyetler."
Burada "aynı kişim değil mi istersem bilmem ne bilmem ne yaptırırım aynı kişime" diyip işin içinden çıkamıyoruz.
İnsanlar hala daha gelenek adı altında saçma kurallara herkesin itaat etmek zorunda olduğunu sandıklarından, yani tabiri caizse "kaç aynı kişileri olduğunu bilmediklerinden" dolayı, (Herkesi belli bir yaşam biçimine uymak zorunda zannetmek, yani herkese karışabileceğini zannetmek, sadece aynı kişimize karışma hakkımız olduğundan dolayı da kaç aynı kişisi olduğunu bilmemek.) bu anlattıklarımı birçok kişi algılamakta zorlanacak.
Ancak aynı kişi kimin aynı kişisi metodunun uygulanmasının önünde daha ciddi bir engel var.
Varan 2: Yaygın kanının aksine tüm kötülüklerin sebebi olan cinsel şehvet ve yan mamulleri
Şimdi ilk etapta iletişim ihtiyacı dolayısıyla başkalarının aynı kişilerinin "konuşmama hakkını" ihlal etmekte olduğumuzdan ve "çoklu aynı kişi olum içeren, yapılması özel izne tabi faaliyetlerden" bahsettik.
Ancak özel izne tabi faaliyet olmanın yanı sıra, üreme olayından dolayı daha da başkasının aynı kişisini dünyaya katan, ve bu daha da başkasının aynı kişisi önce bebek, sonra çocuk olduğundan dolayı, belli yaşa gelene kadar aynı kişi olumunun kanun önünde tam da tam aynı kişi olum sayılmadığı bireyler meydana getiren faaliyete değinmezsek, yazımız eksik kalır.
İlk etapta zaten bahsettiğimiz faaliyet özel izne tabi. Bunda bir şey yok.
Üreme ve partnerli cinsellik uygulamaları özel izne tabi olmakla beraber, mastürbasyon faaliyeti bireylerin "mastürbasyon yapılırken düşünülmeme hakkını" ihlal etmektedir. (Konuşulmama hakkı gibi, iletişim ihtiyacından muaf olma hakkı gibi yine pratik olarak uygulanabilir olmayan bir hak!)
Dahası da çocuk hakları konusu özelinde ortaya çıkıyor.
En başta bebeğiz, doğuyoruz, aynı kişimizi seçemeden doğuyoruz.
Bozulan tost makinesini değiştirebilirken kendi öz aynı kişimizi değiştiremiyoruz.
Buna "aynı kişi olumda tekelleşme problemi" diyorum.
Çünkü aynı kişisi doğduğumuz kimse, aynı kişi olumumuzda tekelleşmiş oluyor. Ondan başkasının aynı kişisi olamıyoruz.
Çocukken de ebeveynlere ihtiyaç duymak insanın yalnız kendisiyle aynı kişi olabilmesinin önündeki en büyük engel.
Çözüm olarak yapay zeka teknolojisinin gelişip beynimizin katbekat gelişkin hale getirileceği günleri beklememiz lazım.
Çünkü bilgiyi dünyaya gelir gelmez beynimize yüklemekle, çocukluk dönemini yaşamadan atlayıp kimseye muhtaç olmadan yetişkin olacağız. Böylece kişinin sadece kendisiyle aynı kişi olabilmesi lüks olmaktan çıkacak.
Dünyaya gelmemize sebep olan eylemin hem çoklu aynı kişi olum içerdiğinden dolayı özel izne tabi olması, hem de buna sebep olan dürtü yüzünden dünyada her gün birçok insanın "cinsel açıdan arzulanmama hakkının" ihlal ediliyor olması düşündürücü.
23 Şubat 2020 Pazar
Fazla Sayıda İnsan Tarafından Aksiyom Olarak Görülen Yanlışların Doğrusu: Aşk Kötüdür ve Kapitalizm İyidir!
Merhabalar.
Aksiyom mantıkta kullanılan bir terimdir. Doğruluğu sorgulanmadan otomatik olarak doğru kabul edilen önerme anlamına gelir.
Şimdi herkesin olmasa da azımsanmayacak sayıda kişinin sorgulamaya gerek görmeden aksiyom olarak aldığı iki önermeyi çürütmeye çalışacağım.
1- Özellikle "Aşk özgürleşmektir" gibi sloganlarla yaygınlaşan, klişe romantik filmlerle pekişen "aşk ne güzel şeydir" inanışı.
2- Özellikle Gezi Parkı dönemi sonrası gençlerin seri şekilde politize olması ile bazı kesimlerde yayılan "kapitalizm kötü ve bizi sömürüyor" inanışı.
Birinciden başlayalım:
Aşk tanımı çok güçlü sevgi, çok büyük sevgi olarak yapılıyor. Bu romantik anlamda ele alınınca iki kişinin özel hayatını ilgilendiren ilişki biçimi olarak algılanıyor. Bunun dışında bir de mainstream olmayan poliamori benzeri uygulamalar var.
Şimdi "aile" denilerek "gelenek" denilerek insanların sistematik olarak cinsel özgürlükleri baskılandığı için zorlaşan aşk yaşamak kıymete biniyor. Bu bağlamda bireysel özgürlükleri kısıtlamak isteyen zihniyetlere kafa tutmakta sonuna kadar haklı olan insanlardan "aşk özgürleşmektir" gibi sloganlar çıkıyor.
Çünkü aşk yaşamalarına karışmayı kendinde hak gören faşizan toplumcu zihniyete rağmen aşk yaşamayı toplum boyunduruğundan özgürleşmek olarak algılıyorlar.
Buraya kadar haklılar.
Ancak bilimin aşk duygulanımının sadece beyinde üretilen hormonlarla ilgili olduğunu ispatlaması özgürleşmenin bir sonraki basamağına ışık tutuyor.
Aşk bir tür takıntı halidir. Aşık olduğunuz kişiye takıntılı, dolayısıyla bağımlı olursunuz. Bağımlılık ise özgürlüğün zıddıdır, kendisi değil.
İnsanlar faşizan gelenekçi zihniyet yüzünden gökyüzünü göremeyip, üstlerindeki tavanı gökyüzü sanıyor. Anlıyorum aşka kıymet veriyorlar; ama o tavan, gökyüzü değil.
Özgürlük gelişen teknolojiyle duygularımızı kontrol edebilir seviyeye ulaştığımızda yaşanacak.
Gelelim kapitalizm meselesine.
Kapitalizmi suçlarken evsizleri örnek gösteriyorlar.
Kapitalizmden önce herkes evsizdi.
Taş devrinden bugüne tür olarak gelişerek geldik. Bu o beğenmedikleri kontrol hırsı ve kapitalizm sayesinde oldu. Zamanında hava şartlarından, doğadaki yırtıcı hayvanlardan, bulaşıcı hastalıklardan dolayı her gün doğayla ölüm kalım savaşı veren insan, insanlık tarihinin belki de en çok nankörlüğe uğrayan kavramı kapitalizm sayesinde, evler yaparak çetin doğa şartlarından, silahlar yaparak yırtıcı hayvanlardan korundu. (Bugün o silahları avcı toplayıcı dönemden kalma ilkel saldırganlık etkisiyle türdeşlerine çevirmekte fazlaca istekli olması, homo saphiens türünün en olumsuz yönlerinden biridir.)
Vereme, koleraya, tifüse, vebaya karşı aşılar geliştirdikçe insan ömrü uzadı. Ortaçağda 30 yaşına kadar yaşamak, günümüzde 100 yaşına kadar yaşamak gibi bir şeydi. O beğenmedikleri kapitalizm ömrümüzü uzattı.
Doğal seleksiyon doğa şartları, hastalıklar, yırtıcılar gibi faktörlerle birçok bireyi eliyordu. Şimdi hayatta kalmak birkaç yüzyıl öncesine göre o kadar kolaylaştı ki, türünün nereden geldiğini unutup "ama hayvanlar da birey" diyebilen, Einstein ile Newton ile hayatında ettiği en anlamlı laf "meee" olan koyun arasında hiçbir fark göremeyen insanlar bile uzun yıllar boyunca yaşayabiliyor.
Sonra kar hırsına laf edip doğaya dönüş romantizmi yapıyorlar.
Düşünmüyorlar ki o doğa diye romantize ettikleri kafasını sevdikleri kediden, köpekten, evcilleştirdikleri inekten, koyundan ibaret değil.
Sıkarak öldüren boa yılanı var, çenesi bir ton basan timsah var, dokunulduğu anda acılar içinde öldüren derisi zehirli kurbağa var.
Öyle "hayvanlarla eşitiz" diye romantizm edebiyatı yapmakla olmuyor.
Eşit hak eşit sorumluluk getirir.
İnsan yasalarına uyabilecek bilinç düzeyine sahipler mi?
Aradaki bilinç düzeyi farkını kapatmaya birkaç aktivistin "öyle hissetmesi" yetmez.
Tavuğunuzla oturup felsefe ve siyaset tartışamazsınız.
Timsahın çenesi var, kurbağanın hareketsiz durup sineği kandıracak soğukkanlı vücudu var, kirpinin dikenleri var, gergedanın sert boynuzu var, çitanın hızı var vesaire...
İnsanın da kapitalizmi var!
İnsanlık tarihinden kapitalizmi çıkarırsak can güvenliğimizi kaybederiz!
O nankörlük edilen kapitalizm sayesinde bir kuşak sonra ölümsüzlük keşfedilecek!
Ütopik sananlar için 20-30 sene içinde haklı oluşuma şaşırma sırası gelecek.
Şimdilik beklemede kalın.
Aksiyom mantıkta kullanılan bir terimdir. Doğruluğu sorgulanmadan otomatik olarak doğru kabul edilen önerme anlamına gelir.
Şimdi herkesin olmasa da azımsanmayacak sayıda kişinin sorgulamaya gerek görmeden aksiyom olarak aldığı iki önermeyi çürütmeye çalışacağım.
1- Özellikle "Aşk özgürleşmektir" gibi sloganlarla yaygınlaşan, klişe romantik filmlerle pekişen "aşk ne güzel şeydir" inanışı.
2- Özellikle Gezi Parkı dönemi sonrası gençlerin seri şekilde politize olması ile bazı kesimlerde yayılan "kapitalizm kötü ve bizi sömürüyor" inanışı.
Birinciden başlayalım:
Aşk tanımı çok güçlü sevgi, çok büyük sevgi olarak yapılıyor. Bu romantik anlamda ele alınınca iki kişinin özel hayatını ilgilendiren ilişki biçimi olarak algılanıyor. Bunun dışında bir de mainstream olmayan poliamori benzeri uygulamalar var.
Şimdi "aile" denilerek "gelenek" denilerek insanların sistematik olarak cinsel özgürlükleri baskılandığı için zorlaşan aşk yaşamak kıymete biniyor. Bu bağlamda bireysel özgürlükleri kısıtlamak isteyen zihniyetlere kafa tutmakta sonuna kadar haklı olan insanlardan "aşk özgürleşmektir" gibi sloganlar çıkıyor.
Çünkü aşk yaşamalarına karışmayı kendinde hak gören faşizan toplumcu zihniyete rağmen aşk yaşamayı toplum boyunduruğundan özgürleşmek olarak algılıyorlar.
Buraya kadar haklılar.
Ancak bilimin aşk duygulanımının sadece beyinde üretilen hormonlarla ilgili olduğunu ispatlaması özgürleşmenin bir sonraki basamağına ışık tutuyor.
Aşk bir tür takıntı halidir. Aşık olduğunuz kişiye takıntılı, dolayısıyla bağımlı olursunuz. Bağımlılık ise özgürlüğün zıddıdır, kendisi değil.
İnsanlar faşizan gelenekçi zihniyet yüzünden gökyüzünü göremeyip, üstlerindeki tavanı gökyüzü sanıyor. Anlıyorum aşka kıymet veriyorlar; ama o tavan, gökyüzü değil.
Özgürlük gelişen teknolojiyle duygularımızı kontrol edebilir seviyeye ulaştığımızda yaşanacak.
Gelelim kapitalizm meselesine.
Kapitalizmi suçlarken evsizleri örnek gösteriyorlar.
Kapitalizmden önce herkes evsizdi.
Taş devrinden bugüne tür olarak gelişerek geldik. Bu o beğenmedikleri kontrol hırsı ve kapitalizm sayesinde oldu. Zamanında hava şartlarından, doğadaki yırtıcı hayvanlardan, bulaşıcı hastalıklardan dolayı her gün doğayla ölüm kalım savaşı veren insan, insanlık tarihinin belki de en çok nankörlüğe uğrayan kavramı kapitalizm sayesinde, evler yaparak çetin doğa şartlarından, silahlar yaparak yırtıcı hayvanlardan korundu. (Bugün o silahları avcı toplayıcı dönemden kalma ilkel saldırganlık etkisiyle türdeşlerine çevirmekte fazlaca istekli olması, homo saphiens türünün en olumsuz yönlerinden biridir.)
Vereme, koleraya, tifüse, vebaya karşı aşılar geliştirdikçe insan ömrü uzadı. Ortaçağda 30 yaşına kadar yaşamak, günümüzde 100 yaşına kadar yaşamak gibi bir şeydi. O beğenmedikleri kapitalizm ömrümüzü uzattı.
Doğal seleksiyon doğa şartları, hastalıklar, yırtıcılar gibi faktörlerle birçok bireyi eliyordu. Şimdi hayatta kalmak birkaç yüzyıl öncesine göre o kadar kolaylaştı ki, türünün nereden geldiğini unutup "ama hayvanlar da birey" diyebilen, Einstein ile Newton ile hayatında ettiği en anlamlı laf "meee" olan koyun arasında hiçbir fark göremeyen insanlar bile uzun yıllar boyunca yaşayabiliyor.
Sonra kar hırsına laf edip doğaya dönüş romantizmi yapıyorlar.
Düşünmüyorlar ki o doğa diye romantize ettikleri kafasını sevdikleri kediden, köpekten, evcilleştirdikleri inekten, koyundan ibaret değil.
Sıkarak öldüren boa yılanı var, çenesi bir ton basan timsah var, dokunulduğu anda acılar içinde öldüren derisi zehirli kurbağa var.
Öyle "hayvanlarla eşitiz" diye romantizm edebiyatı yapmakla olmuyor.
Eşit hak eşit sorumluluk getirir.
İnsan yasalarına uyabilecek bilinç düzeyine sahipler mi?
Aradaki bilinç düzeyi farkını kapatmaya birkaç aktivistin "öyle hissetmesi" yetmez.
Tavuğunuzla oturup felsefe ve siyaset tartışamazsınız.
Timsahın çenesi var, kurbağanın hareketsiz durup sineği kandıracak soğukkanlı vücudu var, kirpinin dikenleri var, gergedanın sert boynuzu var, çitanın hızı var vesaire...
İnsanın da kapitalizmi var!
İnsanlık tarihinden kapitalizmi çıkarırsak can güvenliğimizi kaybederiz!
O nankörlük edilen kapitalizm sayesinde bir kuşak sonra ölümsüzlük keşfedilecek!
Ütopik sananlar için 20-30 sene içinde haklı oluşuma şaşırma sırası gelecek.
Şimdilik beklemede kalın.
12 Ocak 2020 Pazar
Yap ama yapma aslındaların senin aynı kişinin kimle aynı kişi olacağına ben karar veririm çünkü karmaşık kelimelendirme zırvalarına yönelik bir parodi: Sandalye bireylere yönelik türcü tahakküm!
Günümüz dünyasında kapitalizmin ve patriyarkanın insanları açlığa ve sefalete mahkum ettiği artık her geçen gün yadsınamaz bir gerçek olmaklığını daha da sağlamlaştırmaktadır. Eril tahakkümün tezahürlerinden biri de hayvan bireyler üzerinde uygulanmakta olan navegan soykırımın artık iklim krizini kritik bir noktaya taşımış olmasıdır. Hayvan bireylere karşı uygulanan türcülük, sandalye bireylere karşı geleneksel kodlarla kanıksanmış olan üsttenci faşizan oturma eyleminde de varlığını hissettirmektedir. Birazcık empati yapıp düşünün: Sizin öyle üzerinize oturmalarını ister misiniz? İnsana farklı sandalyeye farklı muamele türcülüktür. Sandalyede rıza aranamaz. Rızasının olduğunu varsayarak tamamen bizimle eşit haklara sahip sandalye bireyin üzerine oturmak rıza inşasıdır, üsttenciliktir. Hayatımızda hiç sandalyenin öznesi olmadığımız halde sandalye bireyler adına üsttenci insan aklıyla karar verme cüretini kendimizde buluyoruz. Öznesi olmadığımız durumla ilgili yorum yapmak üsttenciliktir, naveganlıktır, hatta direkt terf olmaktır. Sandalye bireylerin kendi kaderlerini tayin etme haklarını sandalyelere karşı işlenen nefret suçlarının failleriyle dayanışan bir zeminde türcü akla sırtını dayamış bir yozlaşmışlıkla sistematik biçimde yoksaymak herşeyden önce devrimci ahlakla bağdaşmaz. Ezilenlerin yanında tavır alırken, grev yapan işçilere destek verirken, sandalye bireylerin sessiz çığlıklarını gözardı edemeyiz. Ayrıca iklim krizinin geri döndürülebilir olması için sandalyelere oturmayı bırakmamız gerektiği kanıtlanmış bilimsel bir gerçektir. Üzerinde yaşanacak başka bir dünya yok! Neden güzel olan her şeye bu kadar düşmansınız?
Sandalye bireylere oturmayı bırakın! Hemen şimdi!
(Hala anlamadıysanız bu yazı PARODİ amaçlıdır.)
Sandalye bireylere oturmayı bırakın! Hemen şimdi!
(Hala anlamadıysanız bu yazı PARODİ amaçlıdır.)
6 Eylül 2019 Cuma
Senin aynı kişinin kiminle aynı kişi olacağına ben karar veririmci yüzsüzlüğe inat yaşasın meşru terk yetkisi!
Efendim yeniden merhabalar.
Şimdi bu son zamanlarda artan kadın cinayetleri falan konuşuluyor.
Öncelikle bu olaylar zaten en temel hakkımız olan yaşam hakkının açık ihlalidir.
Sonrasında kendini feminist diye tanımlayan kişiler bunun sorumlusunun ataerkil toplum yapısı olduğunu da açıklayacaklardır.
Benim değineceğim konu aslında insanlar tarafından kitlesel olarak çok masum görülen ama aslında öyle olmayan bir durum.
Şimdi popüler kültürdeki ürünlere baktığımız zaman karşımıza duyguları anlatan şarkılar şiirler çıkıyor.
Popüler tüketim kaygısı gütmeyen sanat müziği gibi işlerin bir kısmı da dahil olmak üzere aşk temalı işlerde genellikle bitmiş bir ilişkinin ardından terk edilen tarafın ağzından yazılmış ajitasyon ve terk edene sitem içerikli ürünlere rastlıyoruz.
Bunun yanında "vefasız" gibi "zalim" gibi olumsuz sıfatlara da sıklıkla yer veriliyor.
Bunlar bize duygusallık olarak pazarlanıyor ama;
aslında
"Sen beni nasıl terk edersin bre zalim?!" benzeri bir söylemde...
aslında "ben hiç terk edilemeyecek kadar müthiş bir insanım sen kim oluyorsun hadsiz" egosu bulunur.
Bireysel hak ve özgürlüklerden dolayı kimse istemediği ilişkiyi yaşamaya zorlanamaz.
Bunun aksini savunmak açıkça tacizi, tecavüzü ve benzeri hak ihlallerini meşrulaştırmak demektir.
İşte "Meşru terk yetkisi" dediğim kavram bu.
Yani kişi terk ederken diyor ki "Ben bundan sonra seninle ilişkisi olan biriyle değil seninle ilişkisi olmayan biriyle aynı kişi olmak istiyorum" diyor.
Karşıdaki bu tür terk edene sitem eden kültürel ögeleri özümsemiş hadsiz de "hayır efendim sen istesen de istemesen de benimle ilişkisi olan biriyle aynı kişi olmak zorundasın" diyor.
Ondan sonra kimmiş zalim, kimmiş hain?
Bir insanın nasıl biriyle aynı kişi olacağına sadece aynı kişisi karar verebilir.
Kültürel ögelerdeki "nasıl gittin be zalim" türünden söylemler aslında örtük olarak "sen kim oluyorsun da kendi hayatını istediğin şekilde yaşamaya cüret ediyorsun?" anlamına gelir.
Kabullenmeyin.
Size tek doğru diye dayatılanları sorgulayıp güzelleştirin hayatı.
Şimdi bu son zamanlarda artan kadın cinayetleri falan konuşuluyor.
Öncelikle bu olaylar zaten en temel hakkımız olan yaşam hakkının açık ihlalidir.
Sonrasında kendini feminist diye tanımlayan kişiler bunun sorumlusunun ataerkil toplum yapısı olduğunu da açıklayacaklardır.
Benim değineceğim konu aslında insanlar tarafından kitlesel olarak çok masum görülen ama aslında öyle olmayan bir durum.
Şimdi popüler kültürdeki ürünlere baktığımız zaman karşımıza duyguları anlatan şarkılar şiirler çıkıyor.
Popüler tüketim kaygısı gütmeyen sanat müziği gibi işlerin bir kısmı da dahil olmak üzere aşk temalı işlerde genellikle bitmiş bir ilişkinin ardından terk edilen tarafın ağzından yazılmış ajitasyon ve terk edene sitem içerikli ürünlere rastlıyoruz.
Bunun yanında "vefasız" gibi "zalim" gibi olumsuz sıfatlara da sıklıkla yer veriliyor.
Bunlar bize duygusallık olarak pazarlanıyor ama;
aslında
"Sen beni nasıl terk edersin bre zalim?!" benzeri bir söylemde...
aslında "ben hiç terk edilemeyecek kadar müthiş bir insanım sen kim oluyorsun hadsiz" egosu bulunur.
Bireysel hak ve özgürlüklerden dolayı kimse istemediği ilişkiyi yaşamaya zorlanamaz.
Bunun aksini savunmak açıkça tacizi, tecavüzü ve benzeri hak ihlallerini meşrulaştırmak demektir.
İşte "Meşru terk yetkisi" dediğim kavram bu.
Yani kişi terk ederken diyor ki "Ben bundan sonra seninle ilişkisi olan biriyle değil seninle ilişkisi olmayan biriyle aynı kişi olmak istiyorum" diyor.
Karşıdaki bu tür terk edene sitem eden kültürel ögeleri özümsemiş hadsiz de "hayır efendim sen istesen de istemesen de benimle ilişkisi olan biriyle aynı kişi olmak zorundasın" diyor.
Ondan sonra kimmiş zalim, kimmiş hain?
Bir insanın nasıl biriyle aynı kişi olacağına sadece aynı kişisi karar verebilir.
Kültürel ögelerdeki "nasıl gittin be zalim" türünden söylemler aslında örtük olarak "sen kim oluyorsun da kendi hayatını istediğin şekilde yaşamaya cüret ediyorsun?" anlamına gelir.
Kabullenmeyin.
Size tek doğru diye dayatılanları sorgulayıp güzelleştirin hayatı.
23 Mayıs 2019 Perşembe
Güncel politik olaya anlamın anlamsızlığı ya da politik nihilizm üzerinden bir bakış
Şimdi efendim TKP'li belediye başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu'nun Tunceli ismini Dersim olarak değiştirmesi polemiği gündemdeyken bu konu özelinden hareketle siyaset ve diğer disiplinlerle ilgili ulaştığım bir temel prensibi paylaşmak istiyorum.
Şimdi efendim birtakım kişiler spesifik coğrafi sınırlarla belirlenmiş bu bölgenin adının Tunceli olduğunu ve bunun böyle olmasının çok önemli olduğunu iddia ederken, daha başka birtakım kişiler de aynı bölgenin adının Dersim olduğunu ve bunun böyle olmasının çok önemli olduğunu iddia ediyor.
Peki bunun nasıl olduğu neden çok önemli?
Şimdi önceden Dersim olarak kabul edilen ismin daha sonradan Tunceli olarak değiştirilmesi fakat bazı kişiler bunu kabul ederken daha başka bazı kişilerin kabul etmemesi gibi bir durum gözlemledim. Açıkçası genel anlamda konuşurken ve yazarken kelimeler kullanmak zorunda oluşumuzu telepatiyle anlaşmamıza izin vermeyen teknolojik yetersizliğe bağlayan bir kişi olarak en azından neyin ne diye kelimelendirileceği gibi bir konunun tartışmaya yol açmamasını isterdim.
Ha ille oranın ismi ne diye sorup taraf olmamı bekleyecek olanlar Pangea kavramını araştırabilirler. Orasının ismi Pangea sevgili okurlar.
Bu ikileşmenin altında siyasi ideolojik farklılıklar bulunuyor. Ancak kainatta hiçbir siyasi görüş bilimsel kanıtlarla yanlışlanamaz olarak ispatlanamamışken iki tarafın da karşılıklı oraya ne denmesi gerektiği konusunda aşırı emin, uzlaşmaz, taviz vermez, burnundan kıl aldırmaz tavırları açıkçası havanda su dövmektir.
Aynısı futbol fanatikleri için de geçerli. Hangi siyasi görüşün daha doğru olduğunu ya da hangi futbol takımının daha iyi olduğunu nesnel verilerle tespit etmek mümkün değil. Ama insanlar futbol ve siyaset üzerinden gerilim tırmandırıp birbirine saldırınca insanların zarar gördüğü gerçek.
Nereye ne dendiği gerçek insanların gerçekten zarar gördükleri gerçeğinden daha mı önemli?
Çocukken de insanların takımı farklı diye partisi farklı diye birbirine saldırmasını hiç anlamazdım. En sonunda politik nihilist oldum. Bilim tarafından ölçülemeyen kavramlarla işim yok. Ahlaki kötü gerçek insanlara gerçekten zarar verilmesinden ibarettir. Bir insanın siyasi görüşünü sevmediniz diye o insan otomatikman "zarar verilse de olur hatta zarar verilse daha iyi olur" olmaz.
Yapay zekaya çeyrek kala ilkel çağ kalıntısı hareketlerin alemi yok.
Şimdi efendim birtakım kişiler spesifik coğrafi sınırlarla belirlenmiş bu bölgenin adının Tunceli olduğunu ve bunun böyle olmasının çok önemli olduğunu iddia ederken, daha başka birtakım kişiler de aynı bölgenin adının Dersim olduğunu ve bunun böyle olmasının çok önemli olduğunu iddia ediyor.
Peki bunun nasıl olduğu neden çok önemli?
Şimdi önceden Dersim olarak kabul edilen ismin daha sonradan Tunceli olarak değiştirilmesi fakat bazı kişiler bunu kabul ederken daha başka bazı kişilerin kabul etmemesi gibi bir durum gözlemledim. Açıkçası genel anlamda konuşurken ve yazarken kelimeler kullanmak zorunda oluşumuzu telepatiyle anlaşmamıza izin vermeyen teknolojik yetersizliğe bağlayan bir kişi olarak en azından neyin ne diye kelimelendirileceği gibi bir konunun tartışmaya yol açmamasını isterdim.
Ha ille oranın ismi ne diye sorup taraf olmamı bekleyecek olanlar Pangea kavramını araştırabilirler. Orasının ismi Pangea sevgili okurlar.
Bu ikileşmenin altında siyasi ideolojik farklılıklar bulunuyor. Ancak kainatta hiçbir siyasi görüş bilimsel kanıtlarla yanlışlanamaz olarak ispatlanamamışken iki tarafın da karşılıklı oraya ne denmesi gerektiği konusunda aşırı emin, uzlaşmaz, taviz vermez, burnundan kıl aldırmaz tavırları açıkçası havanda su dövmektir.
Aynısı futbol fanatikleri için de geçerli. Hangi siyasi görüşün daha doğru olduğunu ya da hangi futbol takımının daha iyi olduğunu nesnel verilerle tespit etmek mümkün değil. Ama insanlar futbol ve siyaset üzerinden gerilim tırmandırıp birbirine saldırınca insanların zarar gördüğü gerçek.
Nereye ne dendiği gerçek insanların gerçekten zarar gördükleri gerçeğinden daha mı önemli?
Çocukken de insanların takımı farklı diye partisi farklı diye birbirine saldırmasını hiç anlamazdım. En sonunda politik nihilist oldum. Bilim tarafından ölçülemeyen kavramlarla işim yok. Ahlaki kötü gerçek insanlara gerçekten zarar verilmesinden ibarettir. Bir insanın siyasi görüşünü sevmediniz diye o insan otomatikman "zarar verilse de olur hatta zarar verilse daha iyi olur" olmaz.
Yapay zekaya çeyrek kala ilkel çağ kalıntısı hareketlerin alemi yok.
27 Mart 2019 Çarşamba
Burada şehvet faşizmi vardır!
Şimdi efendim bu dünyada insan olarak sahip olduğumuz hakların sınırları konusunda gerçekten fikir sahibi olabilmek için bazı şeyleri deneyimlemiş olmak gerekir. Mesela bir yerde paraşütle atlama yasağı olsa paraşütle atlamaya ilgi duymayan kişilerin büyük çoğunluğu bu durumun farkına bile varmayacaktır. Benzer şekilde toplumun büyük çoğunluğu tarafından paylaşılan fikir ve zevklerin "herkes tarafından paylaşıldığı" yönünde yanlış ve maalesef yaygın bir kanı vardır.
Şahsım adına sex-repulsed diye tanımlanan aseksüellerden olduğum için "bütün insanların doğası gereği zevkli bulduğu" (!) -bu paranteze tek ünlem yetmez- (!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!) seks ediminden doğam gereği doğuştan tiksinme refleksim var. (Bu durum aseksüel olmayan ve-veya bu tiksintiyi hissetmeyen kişilerin benden daha kötü oldukları gibi anlamlara gelmez!)
Bunun haricinde transseksüel bireylerin tartışmalarına ve paylaşımlarına bakarken denk geldiğim tanımlara göre kişinin beyninde hissettiği cinsiyet ile bedensel cinsiyeti birbirinden farklı olunca trans birey oluyor. Şimdi doğuştan Asperger sendromu denen yüksek işlevli otizm durumunda olduğum için ne hissettiğimi anlamak benim için genelde kolay olmuyor. Ondan dolayı çocukluk yıllarımda iki cinsiyetli sistem öğretildiğinden cinsiyet hissetme konusunu sorgulamadım ve yıllarca otistik olduğum için cinsiyet hislerimi anlayamadığımı düşündüm. Ancak yıllar sonra anladım ki gerçekten hiçbir cinsiyet hissim YOK! Bu duruma non-binary dendiğini icadına şükran borçlu olduğum internet sayesinde öğrendim. (Non-binary kalıbı sadece bu durumu değil genderfluid ve interseks gibi durumları da kapsıyor ancak benimkisi agender olanı.)
Şimdi benim zaten seksten nefret eden bir insanken cinsiyetim de olmadığına göre erkek bedeninde yaşamamın ve şehvet denilen ilkel dürtüye sahip olmamın hiçbir anlamı yok! Evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı katiyen düşünmediğimi de eklemeliyim; ve hayır, çocuk sahibi olmanın "ne kadar müthiş bir duygu olduğu" beni hiç ilgilendirmiyor. Bu üremenin kökenleri konusuna ileride başka yazıda daha detaylı değinirim.
Şimdi gelelim tıp "etiğine"!!!! Tıp "etiğinden" dolayı ürologların bir insanı hadım ederek şehvetten kurtarması "etik değilmiş!!"
"Etik olan" gereksiz ve saçma bir dürtüyü hissetmeye zorlanmammış meğer!
Yasaklanmış hak ve özgürlüklerin ilk farkına varanlar o hak ve özgürlükleri kullamaya yeltenenler olur!
Burada görünmez bir "şehvet faşizmi" vardır!!!!!
İfade özgürlüğü adına sevmediği siyasi görüşlerin ifade edilme hakkını savunanlar için bir turnusoldur bu. İnsanların ezici çoğunluğunun şehvetten memnun oluşu beni bu dürtüyle yaşamaya zorlamamalı!
Ben mecbur bırakırlarsa bu çileyi çekerim ama bu prensip olarak doğru değil!
Ve şunu bilin ki bir gün cinselliğinizden sıkılıp onu bırakmak istediğinizde buna izin vermeyecekler!
Sizin adınıza gıyabınızda cinselliği sevmeniz gerektiğine size sormadan karar verdiler çünkü!
Bu dayatmayı son nefesime kadar kabul etmem!
Şahsım adına sex-repulsed diye tanımlanan aseksüellerden olduğum için "bütün insanların doğası gereği zevkli bulduğu" (!) -bu paranteze tek ünlem yetmez- (!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!) seks ediminden doğam gereği doğuştan tiksinme refleksim var. (Bu durum aseksüel olmayan ve-veya bu tiksintiyi hissetmeyen kişilerin benden daha kötü oldukları gibi anlamlara gelmez!)
Bunun haricinde transseksüel bireylerin tartışmalarına ve paylaşımlarına bakarken denk geldiğim tanımlara göre kişinin beyninde hissettiği cinsiyet ile bedensel cinsiyeti birbirinden farklı olunca trans birey oluyor. Şimdi doğuştan Asperger sendromu denen yüksek işlevli otizm durumunda olduğum için ne hissettiğimi anlamak benim için genelde kolay olmuyor. Ondan dolayı çocukluk yıllarımda iki cinsiyetli sistem öğretildiğinden cinsiyet hissetme konusunu sorgulamadım ve yıllarca otistik olduğum için cinsiyet hislerimi anlayamadığımı düşündüm. Ancak yıllar sonra anladım ki gerçekten hiçbir cinsiyet hissim YOK! Bu duruma non-binary dendiğini icadına şükran borçlu olduğum internet sayesinde öğrendim. (Non-binary kalıbı sadece bu durumu değil genderfluid ve interseks gibi durumları da kapsıyor ancak benimkisi agender olanı.)
Şimdi benim zaten seksten nefret eden bir insanken cinsiyetim de olmadığına göre erkek bedeninde yaşamamın ve şehvet denilen ilkel dürtüye sahip olmamın hiçbir anlamı yok! Evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı katiyen düşünmediğimi de eklemeliyim; ve hayır, çocuk sahibi olmanın "ne kadar müthiş bir duygu olduğu" beni hiç ilgilendirmiyor. Bu üremenin kökenleri konusuna ileride başka yazıda daha detaylı değinirim.
Şimdi gelelim tıp "etiğine"!!!! Tıp "etiğinden" dolayı ürologların bir insanı hadım ederek şehvetten kurtarması "etik değilmiş!!"
"Etik olan" gereksiz ve saçma bir dürtüyü hissetmeye zorlanmammış meğer!
Yasaklanmış hak ve özgürlüklerin ilk farkına varanlar o hak ve özgürlükleri kullamaya yeltenenler olur!
Burada görünmez bir "şehvet faşizmi" vardır!!!!!
İfade özgürlüğü adına sevmediği siyasi görüşlerin ifade edilme hakkını savunanlar için bir turnusoldur bu. İnsanların ezici çoğunluğunun şehvetten memnun oluşu beni bu dürtüyle yaşamaya zorlamamalı!
Ben mecbur bırakırlarsa bu çileyi çekerim ama bu prensip olarak doğru değil!
Ve şunu bilin ki bir gün cinselliğinizden sıkılıp onu bırakmak istediğinizde buna izin vermeyecekler!
Sizin adınıza gıyabınızda cinselliği sevmeniz gerektiğine size sormadan karar verdiler çünkü!
Bu dayatmayı son nefesime kadar kabul etmem!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)